İçten Yananların Sessiz Çığlığı
Hayat bazen bir kibritin sessizce tutuşmasına benzer; kimse görmez ama önce içimiz yanar. Peki insan neden en çok kendine susar da başkalarına güçlü görünmeye çalışır?
Belki de cevap, ateşin dışarıya ışık verirken sahibini içten içe tüketmesindedir.
Biz de böyle değil miyiz; ne kadar ışık saçarsak o kadar yoruluyoruz.
Gerçekten güçlü olduğumuz için mi gülümsüyoruz, yoksa kimse soru sormasın diye mi?
Bir söz, bir bakış, bir hayal kırıklığıyla içimiz birden alev alıyor.
Peki neden insanlar bizi ışığımıza göre değerlendiriyor da yanışımızı hiç merak etmiyor?
Çünkü gölgen bile ışığına muhtaçtır; gölgen büyüyorsa sen de yanıyorsundur.
Kaç kez “Neden bu kadar yoruldum?” diye sorduk kendimize?
Oysa cevabı hep içimizdeydi: Çok yandık ama belli etmedik. Çok taşıdık ama kimseye yük olmadık. Kırıldık ama kimseyi kırmadık.
İnsan bazen kendini unutturacak kadar başkalarına merhem olur, kendini ihmal edecek kadar başkalarına ışık olur.
Ama asıl soru şu: Bir kibrit başkalarını aydınlatırken kendini tüketmeyi kabul eder; peki insan neden bunu bu kadar kolay kabullenir?
Belki bir gün biri bizim de ışığa ihtiyaç duyduğumuzu fark eder diye.
Parlayan insanlar vardır; yanarlar ama kimseye yük olmazlar.
Ateşi herkes görür ama küllerini gören pek azdır. Oysa küller, geçmiş yanışların sessiz tanıklarıdır.
Bir insanın susuşunda bile bir yanık izi saklıdır. Bu izler zayıflık mı? Hayır. Yandığı hâlde yeniden parlamayı başaranlar ışığın değerini en iyi bilenlerdir.
Kendimize şu soruyu sormalıyız: “Gerçekten sönüyor muyum, yoksa yeniden yanmak için biraz duruyor muyum?”
İnsan hiçbir zaman tamamen sönmez. İçte bir kıvılcım hep kalır ve doğru anda yeniden parlar.
Bazen küçük bir tebessüm bile o kıvılcımı ateşe dönüştürür.
Sonunda anlarız: Işığın başkalarına yeter ama yanışın sadece sana aittir. İçindeki ateşi küçümseme; ya seni aydınlatır ya da sana yol gösterir.
Her insan bir gün kibrit gibi içten yanar; kimisi tükenir, kimisi yeniden doğar.
Fark, insanın kendi yanışını doğru okuyabilmesindedir.
erkaninceyazıyor
hayatadair
hayatıniçinde
yılbaşı #2026
Bir Anlık İhmalin Bedeli: Hayat Kadar Ağır
Bir aile… Bir anne, bir baba, iki çocuk… Yanlarına sadece birkaç kıyafet değil; biraz huzur, biraz mutluluk, biraz da “iyi gelecek” umudu almışlardı. Oysa bir tatil planı, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir acıya dönüştü. Şimdi geriye sadece bir soru zinciri kaldı: Bu kopuş neden oldu, hangi ihmal hangi nefesi yarım bıraktı?
“Ben bilmiyordum” demek kolaydır; ama bilmemek sorumluluğu ortadan kaldırır mı?
“Ben görevimi yaptım” demek kolaydır, peki görev eksik yapıldığında bunun bedeli bir belge hatası mıdır, yoksa bir ailenin yokluğunda taşınacak bir ömür mü?
Bu olay sadece bir adli dosya değildir. Sadece “gıda analizi”, “su testi”, “ilaçlama raporu” değildir. Bu olay, insanın en çok ertelediği gerçeğin tam karşılığıdır:
Bir küçük ihmal, bir insanın bütün hayatını alabilir.
Bir tabağı hazırlayan el, gerçekten dikkat etmiş miydi?
Bir suyu veren, o suyun güvenliğini düşünmüş müydü?
Bir ilaçlama yapan, kokunun sadece duvara değil, bir cana da dokunabileceğini hesaba katmış mıydı?
Yoksa herkes kendini savunacak bir cümleyi çoktan mı hazırlamıştı?
Belki de sorun tam burada başlıyor:
Sorumluluğun olmadığı yerde mazeret büyür, vicdan susar.
Ve susan vicdan, bir başkasının sesini sonsuza kadar susturabilir.
Bu olay bize bir kez daha gösteriyor ki; hayat bir anlık, sorumluluk bir ömürlüktür.
Vicdan ise insanın kendine sakladığı aynadır.
Bu aynaya bakmayı reddedenin karanlığı, bir başkasının ışığını söndürebilir.
Peki biz gerçekten işimizi “tam” mı yapıyoruz, yoksa “mış gibi” yapmanın kolaylığına mı sığınıyoruz? Bir insanın nefesi, bir çocuğun gülüşü, bir annenin duası… Hepsi bizim sorumluluğumuzun dokunduğu alanların tam ortasında duruyor. Bu kadar büyük bir etki gücüne sahipken, neden bu kadar küçük sorumsuzluklara yeniliyoruz?
Ve belki de en yakıcı soru şu:
Bir aile sadece tatil hayal etmişken, neden biz hâlâ hatalardan sonra uyanıyoruz? Neden hayatı ancak kayıplarla fark ediyoruz? Oysa gerçek duyarlılık, “sonra” değil, “önce” düşünmeyi gerektirir.
Bir ailenin hayali yarım kaldı; ama bizim vicdan muhasebemiz hâlâ tamamlanmadı.
Belki de asıl acı olan, gerçeğin hep geç kalınca anlaşılmasıdır.
VicdanınSınırı
HayatKadarKırılgan
erkaninceyazıyor